Beyazid-i Bestami (ra) Hazretlerinin Allah (cc)’ın Katına Fakriyet Kapısından Girmesi

2 Yorum

yağmur ve lale

Beyâzid-i Bestâmî (Rahmetullâhi aleyh) der ki:

“İşin başlarında henüz müptedi iken dört şeyde hata ettim: O’nu zikrettiğimi, tanıdığımı, sevdiğimi ve istediğimi sanmıştım! İşin sonuna gelip müntehi olduğumda gördüm ki, O beni daha önce zikretmiş, daha önce tanımış, daha önce sevmiş ve istemiş, böylece ben de O’nu istemişim!”

Yine der ki:

“Kırk yıl Allah’a ibadet ettim. Sonunda bana şöyle denildi: 

‘Bana gelmek istiyorsan, bende olmayan bir şeyle bana gel!’

‘Seni bütün eksikliklerden tenzih ederim. Sende olmayan şey nedir?’ diye sordum.

‘Fakirlik.’ diye buyurdu!”

Abdülkadir Geylani  Hazretleri de der ki:

“O, Rabbinin katına fakriyet kapısından girmiş, en büyük hazineyi ve en görkemli sırrı fakriyette bulmuştur.”

Kaynak: Nübüvvet Ve Velâyet Deryâsından Nasihatler – 2

Allah’ın (cc) Takdirine Razı Olmak, Abdülkadir Geylani (ks)

Yorum bırakın

mavi çiçek

Ey oğul!

İçinde bulunduğun hevesi terk et. Peşinden gittiğin hevesi terk et. Allah dostlarının sözlerinde ve fiillerinde onlara uy. Mücerret yalan birtakım iddialarla onların ulaştığı mertebeye ulaşmaya heveslenme. Tıpkı onlar gibi sen de sıkıntılara katlan. Sabret. Ta ki, onların ulaştığı mertebeye ulaşasın. Eğer birtakım sıkıntılar ve belalar olmasaydı insanların tamamı âbid olurdu, zahid olurdu. Fakat onlara zaman zaman belalar, musibetler, elemler, kederler gelir. Onlar da bunlara sabredemez, tahammül gösteremezler. İşte o yüzden İzzet ve Celal sahibi Allah’ın kapısına karşı perdelenirler. Kimin ki sabrı yoksa, ona bahşiş de yoktur. Sen sabrı ve Allah’ın takdiratına rıza göstermeyi yitirdiğin zaman bu, senin Allah’a kulluktan çıkmana sebep olur. Şanı mübarek ve yüce olan Allah, geçmiş peygamberlerden bazılarına göndermiş bulunduğu kitaplarından birinde şöyle buyurur:

“Kim ki benim hükmüme razı olmaz, belalarıma sabretmezse kendisine benden başka bir ilah bulsun.”

Allah’ın sizin için takdir ettiğine razı olunuz. Kısmetinizden fazlasına göz dikmeyiniz. Allah’tan başka şeylere güvenip dayanmayınız. Lehinizde de olsa, aleyhinizde de olsa takdir edilen şey mutlaka vuku bulur.

Kaynak: Fethu’r-Rabbânî / Abdülkadir Geylani (ks)

Abdülkadir Geylani (ks)’den Sözler

2 Yorum

*Tasavvuf erbabının meşgalesi, sahip bulundukları maddi manevi nimetleri etrafındakilere saçmak ve halka rahat ve huzur getirmektir.

*Elinizdeki dünyalıkları İzzet ve Celâl sahibi Hakk’ın kullarının ihtiyaçları için harcayınız, dağıtınız. Dünyayı ve dünyalıkları kalplerinizden çıkarınız. Korkmayın, böyle yaptığınız taktirde bunun size zararı olmaz.

*Yaptıklarınızı Allah için ve güzel yapınız. Zira kim ki yaptığını Allah için ve güzel yaparsa, hiç şüphe yok ki Allah ona kar ettirir. Kim ki Allah’ı severse, O da onu sever. Kim ki Allah’ı dilerse, O da onu diler. Kim ki Allah’a yakın olursa, O da ona yakın olur. Kim ki Allah’ı tanırsa, O da ona kendi nefsini tanıtır.

*Mümin dünyada sıkıntı çeker. Fakat hiç şüphe yok ki o, bu sıkıntılar içinde de, sıkıntılardan sonra da huzur bulur, sükûn bulur, rahata kavuşur.

*Bu heveslerden vazgeç. Dünya hayatı çalışmak üzerine kurulmuştur. Eğer orada çalışırsan karşılığını alırsın. Çalışmazsan sana ücret verilmez. Dünya hayatı çalışma yeridir. Sıkıntılara, afetlere, musibetlere sabretme yeridir. Orası tam bir meşakkathanedir, meşakkat evidir. Ahiret ise rahathanedir, rahat yeridir.

*Eğer mutlaka bir şey istemek gerekiyorsa behemehal Allah’tan iste. Kullarından isteme. Zira şurası muhakkak ki, Aziz ve Celîl olan Allah’ın en çok öfkelendiği kişi, O’nun kullarından dünyalık isteyen kişidir. Muradını Allah’tan iste. O’ndan yardım talep et. O Ganî’dir, her isteneni verecek güçte ve zenginliktedir. İnsanlar ise fakirdir, her isteneni verme gücünden yoksundurlar. Kendilerine de, başkalarına da zarar vermeye veya faydalı olmaya malik değillerdir.

*Evlatlar çocukken analarını ararlar, analarının peşinden giderler. Büyüdükleri zaman ise anaları onları arar. Şanı mübarek ve yüce olan Allah (cc), sıdk ile, ihlas ve samimiyetle senin kendisine yöneldiğini gördüğü zaman, O da sana yönelecektir. Senin kendisine olan sevginin halisliğini görünce “O da seni sevecek, kalbini kendisine çevirecek ve seni kendisine yaklaştıracaktır.

*Allah’ın sevgisine talip ol. Zira hiç şüphe yok ki O (cc) seni diler, seni murad eder.

Kaynak: Fethu’r-Rabbânî / Abdülkadir Geylani (ks)

Yemek Yedirmenin Fazileti

4 Yorum

yemek yedirmenin fazileti

Allahu Teâla (cc), ashabı överek şöyle buyurmuştur:

“Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan suresi-ayet 8  )

Resûlullah (sav) Efendimiz de şunları söylemiştir:

***“Allahu Teâla kıyamet gününde kişiye: ”Ey Ademoğlu! Acıkmıştım, bana yemek yedirmedin.” der. Kişi: ”Sen alemlerin Rabbisin, ben sana nasıl yemek yedirebilirdim?” deyince, Allahu Teâla (cc): ”Din kardeşin acıkmıştı, ona yemek yedirseydin bana yedirmiş gibi olurdun.” buyurur.(Müslim)

***Ziyaretçiye (yiyecek bir şey) ikram ediniz.

***İyi olanınız yemek yedireninizdir.

***Günahlara kefaret olan ameller; yumuşak dille konuşmak, yemek yedirmek ve herkes uyurken gece namazı kılmaktır.

***Misafirlerinize takdim ettiğiniz yemek yerde durdukça, melekler size salat ve dua ederler.”

Bazı İslam Büyüklerinin Bu Konu Hakkındaki Sözleri:

Hasan-ı Basri (ra): ”Allahu Teâla (cc) bir kimseden dostlarına verdiği ve onlarla birlikte yediği yemeğin hesabını sormaktan haya eder.”

Cafer es-Sadık (ra): ”Allahu Teâla, bir kimseden dostlarıyla yemek yerken geçirdiği zamanın hesabını sormaz.”

Bu sözlerde geçen dostlardan maksat, Allah için sevilen ve arkadaş seçilen kimselerdir. Bir zat, dost ve misafirleri için yiyebileceklerinden daha fazla yemek hazırlardı. Niçin böyle yaptığı sorulunca da şöyle derdi: ”Duyduğuma göre, misafir sofrasından arta kalan yemeklerin hesabı sorulmazmış. Biz hesabı sorulmayan yemeği yemek istiyoruz.”

Hz. Ali (kv): ”Dost ve kardeşlere bir ölçeklik yemek hazırlamak, bir köle azat etmekten daha çok hoşuma gider”.

Abdullah İbni Ömer (ra): ”Kişinin yolculukta yol arkadaşlarına yemek yedirmesi ve para harcaması, onun soylu oluşunun delilidir.”

İlk Müslümanlar bir yerde toplanıp Kuran dinledikleri zaman arkasından topluca bir yemek de yerler ve bu yemeği Kuran dinlemek gibi bir ahiret ameli sayarlardı. (Medine’de ilk Cuma namazını kıldıran Esad İbni Zürâre (ra), namazdan sonra bir koyun kesip cemaate yemek yedirmiştir.)

Yemek yedirmek böylesine faziletli ise de, kimseyi yemek yedirmeye zorlamak veya yemek zamanında emrivaki yapıp ev ve iş yerine gitmek caiz değildir.

Allahu Teâla (cc) şöyle buyurmuştur: ”Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe peygamberin evine gitmeyin ve davet edilmedikçe yemek zamanını kollamayın..” (Ahzab suresi-ayet 53)

Resûlullah (sav) de buyurmuştur ki: ”Kim davet edilmediği bir yemeğe giderse, fasık olarak gider ve haram olan bir yemeği yer.”

Ancak memnun olacağını kesin olarak bildiği bir dost ve akrabanın evine yemek için gitmek veya onun gıyabında yemeğini yemek caizdir. Allahu Teâla (cc); baba, kardeş, amca, dayı gibi akrabanın ve yakın dostların yemeğini izinsiz yemekte bir beis olmadığını bildirmiştir. (Nur Suresi-ayet 61)

Dostlara yapılan ikram ve cömertlik tekellüf sınırına vardırılmamalıdır. Tekellüf, sıkıntıya girmek demektir. Bu sebeple, ikram maksadıyla borç altına girmek veya evdeki çoluk çocuğun vacip olan nafakasını kesmek caiz değildir.

Allahu Teâla (cc) şöyle buyurmuştur:

”De ki, fazlayı infak edin.” (Bakara Suresi-219)

“Ellerini boynuna bağlama, onları her şeyi dökecek şekilde de açma.” (İsra Suresi-ayet 29)

“Allah, bir kimseye ancak gücü kadar teklifte bulunur.” (Bakara Suresi-ayet 286)

Bu duruma göre, bir kimsenin gücü ancak çorba ikram etmeye müsaitse, o kimsenin pilav yedirmeye kalkışmaması lazımdır. Fakat gücü pilava da müsaitse, o zaman da çorba ile yetinmemesi gerekir.

Misafir de fırsat düşkünü olmamalı ve kendisine verilen değeri önüne konulan yemekle ölçmemelidir. Dostlar arasında yemek, sohbet ve ülfet için sadece bir vesiledir.

Bir halk deyiminde de söylendiği gibi: ”Gönül sohbet ister kahve bahane.” dir. O halde önemli olan kalplerin birbirini sevip saymasıdır.

Bir dost bir dostun kendisi için hazırladığı külfetli yemeği görünce şöyle demiştir: ”Yalnız olunca ne sen, ne de ben bu yemeği yemiyoruz. Öyleyse ikimiz bir araya gelince bu yemeğe ne lüzum vardır?”

Bir dost Hz. Ali (kv)’yi yemeğe çağırdı. Hz. Ali (kv) ona şunu söyledi:

“Üç şartla davetini kabul ederim: Çocuklarının nafakasını bana yedirmeyeceksin, çarşıdan benim için bir şey alıp getirmeyeceksin, evdeki fazlalığı da benden esirgemeyeceksin.”

Selman-ı Farisi (ra), misafirlerinin önüne mütevazi bir yemek koymuş ve şöyle demiştir:

“Allah Resûlü (sav), gücümüzü aşan masraftan bizi nehyetmiş, varlıktan da cimrilik yapmamamızı emretmiştir. Benim şu andaki durumum ancak buna müsaittir.”

Kişinin durumu müsaitse misafirine nasıl bir yemek istediğini sorması ve yemeği buna göre hazırlaması müstehaptır. Misafire: ”Yemek yer misin?” diye sormak yanlıştır. Ona yedirilecek bir şey varsa getirip önüne konulmalıdır.

Kısacası, Müslüman ev sahibi ise, cömert, samimi ve güler yüzlü olmalı; misafir ise, tok gözlü olmalı, halden anlamalı ve teferruata aldırmamalıdır.

Ev sahibi misafirini gücünün son sınırında ağırlamalı, misafir ise istek ve beklentilerini ev sahibinin haline göre ayarlamalıdır. Bu bazen onun yemeğini yememek veya az yemek şeklinde olabildiği gibi, bazen de ondan daha çok istemek şeklinde de olabilir.

İmam-ı Şafii (ra) Bağdat’ta iken ez-Zafani’ye misafir olmuştu. Bu zat varlıklı, cömert ve imamı çok seven birisiydi. Bu durumu bilen İmam-ı Şafii, bir gün ev hizmetçisine yemek listesinde bulunmayan bir yemek ısmarladı. Ez-Zafarani bunu duyunca sevinçten uçar gibi oldu ve kendisine bu haberi getiren kölesini mükafatlandırıp azat etti.

eş-Şeyh es-Seyyid Gavsul Azam Abdülkadir Geylani (ks) Hazretleri buyuruyorlar ki:

“Bütün amelleri araştırdım. Yemek yedirmekten daha faziletli, güzel ahlaktan daha şerefli bir amele rastlamadım. Dünya benim elimde olsa isterim ki, onunla açları doyurayım. Elim deliktir, elimde hiçbir şey tutmam. Elime çok para geçse onunla bir gece geçirmem, onu bir gece yanımda tutmam.”

Kaynaklar:

İhyâ’u Ulûmid’din

Miftâhu’r-Rüşd

Halveti, Kadiri, Rufai, Mevlevi / İlahi

Yorum bırakın

İbrahim b. Ethem (ra)’in Duası Kabul Olmayanlara Cevabı

Yorum bırakın

İbrahim b. Ethem

Anlatıldığına göre, İbrahim b. Ethem (ra)’e şöyle sormuşlar:

“Halimiz ne olacak? Nicedir dua ederiz, duamız makbul olmaz.”

İbrahim b. Ethem (ra) onlara şu cevabı vermiş:

”Siz Allah’ın elçisi Resulullah (sav) Efendimizi biliyorsunuz, ama O’nun sünnetine tabi olmuyorsunuz.

Kur’an’ı biliyorsunuz, ama O’nun emri ile amel etmiyorsunuz.

Yüce Allah (cc)’ın nimetlerini yiyorsunuz, ama onun şükrünü eda etmiyorsunuz.

Cenneti biliyorsunuz, ama onu isteme yoluna girmiyorsunuz.

Cehennemi de biliyorsunuz, ama ondan çekinmiyorsunuz.

Şeytanı da biliyorsunuz, ama onunla savaşa girmiyor, aksine onunla uyuşuyorsunuz.

Ölümün geleceğini biliyorsunuz, ama onun için hiçbir hazırlık yapmıyorsunuz.

Ölülerinizi götürüp gömüyorsunuz, ama bundan hiç ibret almıyorsunuz.

Kendi ayıplarınızı bırakıyorsunuz, başka insanların ayıplarıyla meşgul oluyorsunuz.”

Kaynak: Günyet’üt-Talibin / Abdülkadir Geylani (ks)

Abdülkadir Kükredi

Yorum bırakın

Abdülkadir Geylani (ks) Hazretlerinden Müjde Ve Öğütler-1

Yorum bırakın

ABDÜLKADİR GEYLANİ(k.s)

Yüce Allah izzet ve celalinden bize öyle izin verdi ki, elim müridlerimin üzerine semanın yer üzerine olan hali gibidir. Onların üzerine himmetim ve imdadım daimdir. Bir lahza onlardan uzak kalmam mümkün değildir. Allahu Azimüşşan izzet ve celalinden bize öyle izin verdi ki, kendisine devamlı yalvarmayı, yalvardığım hususların da kabul olmasını, muradım hasıl oluncaya ve müridanımı alıp cennete girinceye kadar da devamını ihsan eyledi.

Kaynak: Miftâhu’r-Rüşd

Kurtlar Vadisi Filistin Kadiri Zikri Ve İlahisi

Yorum bırakın

Abdülkadir Geylani (ks) Hazretlerinden: Velilere Uymak

Yorum bırakın

iki yavruağzı gül

Sen nefsine, kötü arzularına taptıkça velilerin derecesine çıkmayı isteme. Halbuki onlar yalnız Mevla’ya kulluk ederler. Senin istediğin dünya, onlarınki ise ukba.

Sen yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin göğün sahibini görürler.

Sen halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak’la olurlar.

Senin kalbin yerdekilere bağlı, onların kalbi Arş’a bağlıdır.

Sen gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince; senin gördüklerine iltifat etmezler. Yanlız Yaradanı görürler ve O’nun emirlerine uymaya bakarlar.

O Allah dostları bulacaklarını Hak’la buldular, ereceklerine erdiler. Sana gelince, zavallı bir halde şehvetine uydun kaldın. Yalnız dünyayı ve arzularını gördün. Halbuki onlar halkı, arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek derecelere bu sayede erdiler. Onları bu makama yaptıkları ibadet, taat, sena götürdü. Bu da onlara Allah’ın bir ihsanıdır ki, dilediğine verir.

Onlar ibadete, taata; Allah’ın yardımı ve verdiği kolaylıkla bıkmadan, usanmadan koştular.

İbadet onlara ruh oldu. Manevi bir gıda oldu.

Onlar bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir felaket halini aldı. Fakat onlar bunu duymadılar, kendilerini cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin evvelini aradılar, şimdiki haline aldanmadılar. Hak Teâla onları evvelden niçin yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeye çalıştılar.

Yer onların hürmetine durur.

Sema onların duasıyla açılır.

Ölüm onların kararıyla olur. Bu salahiyeti onlara Mevla vermiştir.

Padişah onları yerin düzeni için yaratmıştır, yeryüzünü onlarla bezemiştir. Onlar hep birden dağlar gibidirler. Hakka giden yollar bunlar arasından açılmıştır.

Malı mülkü gaye edinip bunlardan kaçana merhamet yoktur.

Onlar yeryüzündekilerin hayırlısıdır.

Yer gök baki kaldıkça, onlara selam ve saygılar olsun..

Kaynak: Fütûh’ûl Gayb – Abdülkadir Geylani (ks)

Older Entries