Ebû Musa (ra)’dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki:
“Allahu Teâlâ’nın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, toprağa düşen bir yağmura benzer. Toprağın bir kısmı gayet hoştur. Üzerindeki suyu çeker de çayır ve bol ot bitirir. Bir kısmı da katıdır. Suyu üstünde tutar da Allahu Teâlâ onunla halkı faydalandırır; (gerek kendileri) ondan içerler, (gerek hayvanlarını) ondan sularlar (ve gerekse) ziraat yaparlar. Yağmurun düştüğü diğer kısım toprak daha vardır ki, gayet düz ve kaypaktır. Su tutmaz, çayır bitirmez. İşte bu (örnek), Allah’ın dinini anlayın da Allah’ın benimle gönderdiği (hidayet ve ilim) kendisine fayda veren ve öğrenip öğreten kimse ile, yine bunu duyunca ona başını kaldırmayan ve kendisi ile gönderildiğim; Allah’ın hidayetini kabul etmeyen kimsenin misalidir.” (Buharî, c.1, s.28, İlim 20)
İbni Ömer (ra)’den rivayet edilmiştir; dedi ki: Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Namaz vaktinin evveli Allah’ın rızası, vaktin sonu da Allah’ın affıdır.” (Tirmizi, c.1, s.321, h.172)
İbni Ömer (ra)’den rivayet edilmiştir; dedi ki: Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“(Allahu Teâlâ buyurur ki:) Ey Âdemoğlu, günün evvelinde bana iki rekat namaz kıl ki, ben de sana o günün sonu için kâfi olayım.” (Kenzü’l-Ummâl, c.7, s.811, h.21524)
Resûlullah (sav) buyurdular ki:
“Her gün, sizin her bir mafsalınız için bir sadaka gerekmektedir. Her tesbih (Subhânallah) bir sadakadır. Her tahmîd (Elhamdülillah) bir sadakadır, her bir tehlîl (Lâilâhe illallah) bir sadakadır. Emru bi’l-mâruf (iyiliği emretmek) bir sadakadır. Nehyu ani’l-münker (kötülükten menetmek) de bir sadakadır. Bütün bunlara, kişinin kuşlukta kılacağı iki rekat namaz kâfi gelir.” (Müslim, c.1, Müsâfirîn 84 (720); Ebû Dâvud, c.2, s.61, h.1286)
“Kim saban namazından çıkınca, iki rekat kuşluk namazını kılıncaya kadar hayırdan başka bir şey söylemeden namaz kıldığı yerde oturur beklerse, Allah onun günahlarını, denizin köpüğü kadar çok olsa da bağışlar.” (Ebû Dâvud, c.2, s.62, h.1287)
“Kim evinden temizlenmiş olarak farz namaz için çıkarsa, onun ecri, tıpkı ihrama girmiş hacının ecri gibidir. Kim de kuşluk namazı için çıkar ve sırf bu maksatla yorulursa onun ücreti de umre yapanın ücreti gibidir. Namaz kıldıktan sonra araya dünyevî kelam sokmadan kılınan ikinci namaz, İlliyyîn (denen cennetin yüce makamın)da yazılıdır.” (Ebû Dâvud, c.1, s.378, h.558)
Ebî Mersedi’l-Ğanevî (ra)’den rivayet edilmiştir; dedi ki: Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kabirlerin üzerlerine oturmayın ve (onlara) doğru namaz kılmayın.” (Müslim, c.1, Cenâiz 97 (972)
Kabir üzerine oturmak, İmam Şafî ile birçok ulemaya göre haramdır. Hanefilere göre kabir üzerinde oturmak ve uyumak tenzihen mekruh; büyük ve küçük abdest bozmak gibi şeyler ise tahrimen mekruhtur.
Evlerinizi kabir yapmayın. Bunun için de evlerinizde çokça namaz kılın. Zira şeytan içinde namaz kılınan ve Bakara Sûresi okunan evden, Kur’ân’ı duyduğu ve kılınan namazı gördüğü zaman uzaklaşır. Bilerek de namazı bırakmayın. Zira her kim kasten namazı bırakırsa, Allah’ın ve Resûlü’nün himayesinden uzak olur.
“Allah’ın onunla hataları affedip bağışlayacağı, dereceleri yükselteceği bir şeyi size söyleyeyim mi? Abdest üstüne abdest almak, camide cemaatle namaz kılmaya devam etmek ve her namazdan sonra diğer namazı beklemek. İşte ribat budur! İşte ribat budur! İşte ribat budur!” (Müslim, Taharet 41 (251); Muvatta, Sefer 55; Tirmizi, Taharet 39)
Kalpte şek bulunduğunda, kalbe şüpheler geldiğinde ve kalpten giderilmesi farz olan hastalıkları tedavi gerektiğinde, tefekkür edip bunların nasıl ortadan kaldırılacağını düşünmek farzdır.
Ebû Hüreyre (ra)’nin rivayet ettiği hadis-i şerifte: “İsrailoğullarının içinde öyle kimseler vardır ki, onlar peygamber olmadıkları halde kendilerine haber ilham olunurdu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse bulunursa (ki, şüphesiz bulunacaktır), muhakkak Ömer onlardandır.” (Buhârî, Fedâilu Ashâbu’n-Nebi 16) buyrulur.
Kerametin varlığı ve mahiyeti hususunda Aziz ve Celil olan Allah Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur ki: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra Sûresi, 70)
Kur’an ve Sünnet’e sadakatle tâbi olan mürşid-i kâmili görenler ve dinleyenler haz duyarlar. Sözleri bıkkınlık değil, sıdk ve sefa verir. Dilleri şeriat hikmetlerine, hakikat sırlarına ve mana inceliklerine tercümanlık eder.
Ayet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri güzel ve doğru anlamak ve bu hakka dair daha geniş bilgi öğrenmek isteyenler; Şeyhülislam Sadettin Efendi’nin (Sadettin Efendi’nin Fetevâsı, Şeyh Şaban-ı Veli Menâkıbı), Kayseri müftüsü Ahmet Remzi Efendi’nin (Müftü Ahmet Remzi Efendi, Kayseri Raşit Efendi Ktph., n.1174), Malkara kaza kadısı Ömer Ziyâüddin Dağıstanî’nin (Beyânât-ı Fetevâ-yı Ömeriyye) fetvalarından gereğince istifade edebilirler.
Ebû Ali Dekkâk (ks) şöyle diyor: “Mürebbisi olmayan kişi, kendi kendine hüdayinabit olarak biten bir ağaç gibidir. O, çiçek açar; fakat meyve vermez. Diz dize ve tedrici bir şekilde tarikatın adabını öğretecek bir mürşid-i kâmile bağlı olmayan müridin durumu da böyledir. Bu mürid hevâ ve hevesine uyar, başka bir kurtuluş yolu da bulamaz.”
Peygamber (sav) Efendimiz buyurdu ki:
“Dikkat edin, size bir şey tavsiye edeyim mi? Allah onunla günahlarınızı mahveder ve derecelerinizi yükseltir.” Ashab: Evet, Ey Allah’ın Resûlü, söyleyin, dediler. Resûlullah (sav): “Güçlüklere rağmen abdesti yerli yerince almak, mescitlere doğru adımınızı çokça atmak, namazdan sonra diğer namazı beklemek, Cenâb-ı Hakk’ın âsârını düşünmek. İşte bu rabıtanızdır, işte bu rabıtanızdır.” buyurmuştur.
Tarikatın menşei; Kur’an-ı Kerim, Peygamber (sav) Efendimizin hadis-i şerifleri ve Ashab-ı kiramın hayatıdır. Bu kaynakların neşesiyle yaşanan hayata daha sonraları tarikat adı verilmiştir. İlm-i ledün ve tarikat, Cenâb-ı Hakk’ın şu emirlerine dayanmaktadır:
“(Ya Rabbi,) bizi doğru yola (kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna) ilet.” (Fatiha Sûresi, 6)
“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (En’am Sûresi, 153)
“İşte, o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu yola uy. De ki: Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), bütün âlemler için bir uyarıdır.” (En’am Sûresi, 90)
“Ey Resûlüm! De ki: İşte benim yolum budur, ben ve bana uyanlar bilerek (basiret üzere) Allah’a davet ederiz. Allah’ın şanı yücedir, ben Allah’a şirk koşanlardan değilim.” (Yusuf Sûresi, 108)
“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar!” (Nisâ Sûresi, 69)
“Bana inâbe eden kimsenin yoluna, (din işlerinde bana gönül veren, bana itaate devam eden ve benim yolumda olanlara) tâbi ol. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokman Sûresi, 15)
(Onlara şöyle denir:) “İşte bu, size (dünyada) vaad edilmekte olan şeydir. O, her tövbe eden, O’nun emrini gözeten için, görmediği halde sırf saygıdan dolayı Rahmân’dan korkan ve O’na yönelmiş bir kalp ile gelen kimseler içindir.” (Kaf Sûresi, 32-33)
“Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran Sûresi, 200)
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi, 153)
“Allah katında en değerli olanınız, (O’na karşı gelmekten) en çok sakınanınızdır.” (Hucûrât Sûresi, 13)
“Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah muttakîlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi, 194)
“Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.” (Hûd Sûresi, 11)
“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma.” (A’raf Sûresi, 205)
“Ayaktayken, otururken ve yanlarınız üzere yatarken Allah’ı zikredin.” (Nisâ Sûresi, 103).
İnsan, kalp ve aklıyla, şeref ve özelliğiyle; kıyam, rükû’, secde, hamd ve senâ, tesbih ve tenzih ile sürekli zikretme gibi ibadetleri devamlı yapmaya yaratıkların hepsinden daha lâyıktır.
“Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf Sûresi, 65)
Yine tarikatın dayanağı olan hadis-i şeriflerden bazıları da şunlardır:
“İlim ikidir, birisi kalbe taalluk eden ilimdir ki, asıl faydalandıran ilim budur. Diğeri de lisana yönelik ilimdir ki, insanoğluna Allah’ın varlığı ve birliğini öğreten ilimdir.”
“Bâtın ilmi, Aziz ve Celil olan Allah’ın sırlarından bir sır, hikmetlerinden bir hikmettir. Onu, kullarından dilediğinin kalbine koyar.” (Kenzü’l-Ummâl, h.29390; Câmiu’l-Ehâdis ve’l-Merâsil, 14173; Feyzü’l-Kadîr, c.3, s.4)
Bu ilim, bâtın ilmidir ve Allah’ın sırlarından bir sırdır. Onu dostlarından dilediğinin kalbine akıtır. Ne melek ne beşer ona muttali olabilir.
“Habibim, de ki: Eğer Allah (cc)’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah (cc) da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, çok bağışlayan ve merhamet edendir.” (Âl-i İmrân Sûresi, 31)
Rabıtaya bir delil de bu ayet-i kerimede Hz. Peygamber (sav)’e uyulmasını isteyen emirdir. Zira birine uymak, kendisine uyulanı görmeyi gerektirir. Bu görüş, ya hissi olarak görmekle ya da manevi olarak düşünce ve hayalde canlandırmakla gerçekleştirilebilir. Birçok kişinin başkalarını taklit ile hayatlarına yön verdiği düşünülürse bunun ne kadar doğru olduğu ortaya çıkar.
Şeyh Abdulğanî Nablûsî, Risâle-i Tâciyye’ye yazdığı şerhinde der ki: “Eğer rabıta, adabına riayet edilerek yapılırsa maksat tamamen hâsıl olur. Çünkü mürşid-i kâmil, müridin Cenâb-ı Hakk’a açılan kapısı ve onun vuslat sebebidir.”
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Tirmizî, Zühd 50, h.2388; Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165 (2640) hadis-i şerifi, rabıta için bir başka delildir. Kişinin başkaları ile beraberliği olgunluk ve kemâl bakımından büyük değer taşıyan bir keyfiyettir. Zira rabıta gözlerden evvel gönülleri doyurmak, kalbi Allah’a ve Resûlü’ne bağlamak için büyük bir vasıtadır.
Evliyaullah ile irtibat kurmak suretiyle gönüller yeşerir, kalpler mutmain olur. Rabıta bir bakıma manevi bir görüşmedir. Mürşidine rabıta eden mürid, mürşidinin bağlı olduğu silsile yoluyla Hz. Peygamber (sav)’i görmüş sayılır. Zira sahabelerin, Peygamberimizin sözlerini naklederken hadis kitaplarında geçen “Şimdi onu görür gibi oluyorum, onun şöyle yaptığını gözümle görür gibiyim.” tarzındaki ifadeleri bu tür hayalde canlandırmaların fıtrî ve tabiî olduğunu göstermektedir.
Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edilmiştir; dedi ki: Resûlullah (sav) (bir hadis-i kudsî’de) Azîz ve Celîl olan Rabb’inden naklen buyurdular ki:
“Bir kul günah işledi ve ‘Ey Allah’ım! Günahımı affet!’ dedi.
Hak Teâlâ: ‘Kulum bir günah işledi; ardından da bildi ki, günahları affeden ve günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’
Sonra kul tekrar günah işler ve ‘Ey Rabbim, günahımı affet!’ der.
Allahu Teâlâ: ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden ve(ya) günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’
Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: ‘Ey Rabbim, beni affeyle!’ der.
Allahu Teâlâ da: ‘Kulum günah işledi ve günahı affeden ve(ya) günah sebebiyle muâheze eden bir Rabbi olduğunu bildi. (Artık) dilediğini yapmış olsan da ben seni affettim!’ buyurdu.” (Müslim, c.3, Tevbe 29 (2758); Buhârî, c.8, s.199, Tevhid 35)
Bu mübarek hadis-i şerif, günahı defalarca tekerrür etse de kulun tevbesinin kabul edileceğine delildir. Bütün günahlarına birden tevbe etmek daha evlâdır.
Kurtûbî (ra) Hazretleri diyor ki: “Bu hadis, istiğfarın faydasının büyük olduğuna ve Allah’ın rahmet ve ihsanının genişliğine delildir. Yalnız istiğfar edince dil ile birlikte kalpte de bir pişmanlık hâsıl olsun. Yoksa maksat dili ile “Estağfirullah” deyip kalbi ile o günahta ısrar etmek değildir. Böyle bir istiğfar da istiğfara muhtaçtır.”
Allah Resûlü (sav) buyurdular ki:
“Allahu Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: Ey Âdemoğlu! Sen bana dua edip (affımı) ümit ettikçe, ben senden her ne sâdır olsa aldırmam, ben seni affederim. Ey Âdemoğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra dönüp bana istiğfar etsen, (günahının) çok olmasına bakmam, seni affederim. Ey Âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç şirk koşmaksızın bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle karşılarım.”
“Kulum beni nefsinde gizli zikrederse, ben onu meleklerden bir topluluk içinde zikrederim. Beni bir topluluk (cemaat) içinde zikrederse, ben de onu refik-i a’lâda zikrederim.” (Kenzü’l-Ummâl, h.1796; Râmûzu’l-Ehâdis, s.329)
“Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi zikir için otururlarsa onları melekler kuşatır, rahmet kaplar, üzerlerine sekinet iner ve onları Allah kendi katındakilere över.” (Müslim, c.3, Zikir 39 (2700); İbni Mâce, Edeb, h.3791; Tirmizi, c.5, Dua, h.3378)
Bunlarla ilgili olarak Efendimiz Aleyhisselâm şu müjdeyi vermektedir: “Cibril geldi de Allah Azze ve Celle’nin sizinle meleklere iftihar ettiğini haber verdi.” (Tirmizi, c.5, Dua 7, s.460, h.3379; Müslim, c.3, Zikir 11, s.2075, h.40 (2701); Müsned, c.4, s.92)
tasavvufokulu, WordPress alt yapısını kullanan free bir blogdur. Dolayısıyla blogumuzda yayınlanan reklamların maddi manevi bizimle hiçbir alakası yoktur. Kıymetli ziyaretçilerimizin bilgisine..
40 Hadis Ezberliyoruz
tasavvufokulu paylaşıma açık bir blogdur. İstediğiniz yazıyı veya görseli bize sormadan gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. Teşekkür ederiz..